Bizler kafe ve bar çalışanlarıyız. Sonu gelmeyen mesailer, tanımsız iş yükü, mobbing, güvencesizlik, düşük ücretler, çalınan bahşişler, ayrımcılık, ödenmeyen fazla mesailer… Sorunlarımız, her yerde hemen hemen aynı. Bir mekandan diğerine geçsek sömürünün ya daha “insaflısını” ya da daha kötüsünü yaşayacağımızı biliyoruz. Yaşamımızda, iş yerimizde verilen hiçbir kararda, yapılan hiçbir işte söz hakkımız yok. “Beğenmiyorsan başka yerde çalış” lafını edebilecek kadar utanmaz olan patronlar, seçim yapma şansımız olduğu illüzyonunu yaratıyorlar. Gerçekte söyledikleri şeyin “Sömürüleceğin yeri sen seçebilirsin, senin yerini benim işletmemde sömürülmeyi kabul eden bir başka işçiyle doldurabilirim.” olduğunu gayet iyi biliyoruz. Katlar arası nefes nefese koşturarak servis ettiğimiz yiyecekler ve içeceklerin bir tanesi yevmiyemizin üçte birini oluştururken elle tutulur bir şey değil de hizmet ürettiğimiz için emeğimiz küçümseniyor.
Patronların ve yöneticilerin mobbingine, bağırıp çağırmalarına ve hatta küfürlerine katlanıyoruz. İşimiz yeterince zor değilmiş gibi işin yapılma sürecinde olmayan patronların kameralarla bizi gözetlemesi üzerimizdeki baskıyı artırıyor.
Kimimiz yıllardır bu sektörde çalışıyoruz, kimimiz bir gün başka bir işte çalışarak bu sektörden kurtulmayı düşünüyoruz, kimimiz harçlık çıkarmaya geliyoruz. Ama hiçbirimizin yarını belli değil. Çalıştığımız sektördeki konumumuzun geçici olduğunu düşünmek bizi yanılgıya uğratır. Çünkü sömürüldüğümüz gerçeği hangi sektörde çalışırsak çalışalım değişmeyecek ve sınıf atlamak bir hayal. Belki daha kurumsal şekilde, daha iyi maaşla aynı muamelenin sansürlü versiyonunu yaşayacağız, ama emeğimizi satmak zorunda oluşumuz ve hiyerarşi sürdüğü müddetçe sömürü de sürecektir. Farklı hikayelerden, hayatlardan geliyor olsak da ortak noktamız emeğimizi satarak hayatta kalmak, yani işçilik yapmak zorunda olmamız. Dünyanın büyük çoğunluğunu oluşturan biz işçiler, her şeyi üretiyor olmamıza rağmen aldığımız ücret güç bela hayatta kalmamıza yetiyor.
Birimize verilen zarar, hepimize verilmiştir!
Çarkın döndüğü, mevcut durumun olağan seyrinde devam ettiği koşulda güçlü olan patronlardır. Yaşamımızda ve işyerimizde gerçekten karar sahibi olmak istiyorsak, bu güç dengesini bizden yana değiştirmekten başka bir çözüm yok. İşyerimizde, yaşamımızın diğer alanlarında baskıcı kurumlar nedeniyle yaşadığımız sorunların bireysel problemler olmadığını, bir sınıf olarak biz işçilerin içinde yaşadığı sınıflı ve hiyerarşik toplumun tezahürü olduğunu bilmeliyiz. Uzun lafın kısası, birimizin maruz kaldığı baskı ve sömürünün gerçekleştiği koşullar hepimiz için geçerlidir. Somut olarak örneklendirmek gerekirse, birimiz mobbinge maruz kalıyorsak, bu durum yarın bir gün bir başka işçinin mobbinge maruz kalacağı koşulların sürdüğü anlamına gelir. Çünkü işyerinde güç dengesinin patronlardan yana olduğu statüko bundan başka bir şey üretmez. İşçilerin 15 saatin üzerinde çalıştığı günlerden bu yana biz işçilerin koşullarındaki tüm iyileşmeler ise, kapitalizmin getirileri ya da egemenler tarafından hediye edilmiş şeyler değil, işçilerin örgütlü mücadelesinin kazanımlarıdır.
İyi patron ve yönetici olur mu?
Burada yüzleşmemiz gereken bir gerçekle karşılaşıyoruz: Kapitalist sistem kimsenin niyetine göre işlemiyor. İsterse “işçilerden yana” bir ideolojiye sahip olsun, bu kişi bizim karşımıza patron olarak çıkar çıkmaz artık bizi sömüren konumundadır. Nasıl ki bir insan kendi isteğiyle kulaklarıyla duymaya karar veremiyorsa, bir patron da işçiden yana olamaz. Bir patron, konumunun zorunlu sonucu olarak işçinin ürettiğine el koyar ve onu sömürür. Aksi takdirde kâr edemez. Patron için işçiyi sömürmemek, olduğu şey olmaya, yani patron olmaya son vermek demektir. Bu durumda da kapitalist piyasa koşullarında var olmaya devam edemeyecektir.
Şikayetlerimizi bireysel olarak yöneticiye veya patrona iletmek, çoğu zaman işe yaramaz. Sorunlarımız esas olarak, yönetim ve patron artık meselenin bireysel bir itiraz olmanın ötesine geçtiğini gördüğünde, işçiler kolektif bir özne olarak birlikte ses çıkardığında ve harekete geçtiğinde çözülür. İşyerindeki “yönetici” statüsünü iyi tanımak, hakkımızı ararken çok önemlidir. Müdür, personel şefi, adına ne derseniz deyin, yöneticiler; işyeri hiyerarşisindeki konumuyla bizi hizada tutan, yine bu konumun getirdiği otoriteyle yeri geldiğinde mobbinge, tehdide başvuran, işten çıkarma yetkisi olan kişilerdir. Yöneticiler, patronun polisleri gibidir. Patronlar kâr elde etmek için işçilerin emeğini sömürenler; yöneticiler de işçileri hizada tutan, kötü çalışma şartlarını ve adaletsizlikleri rasyonalize eden patron sözcüleridir. Bireysel olarak haksızlığa uğradığınızda tek başınıza ses çıkarmayı denerseniz, ne dediğimizi anlayacaksınız. Eğer tek başınıza bunu yaparsanız psikolojik şiddet ve mobbinge maruz bırakılıp sindirilir, daha alevli bir tartışmada işten çıkarılırsınız.
“Ama burası bar sektörü.”
“Bütün sektör esnek çalışıyor.”
“Zaten bütün mekanlarda ortalama ücret bu kadar.”
Bu sözler tanıdık geliyor mu? Cevabınız evet ise onları siz de tanıyorsunuz. Az önce okuduğunuz cümleleri söyleyen kişiyi yönetici yerine patron olarak düşünün, nasıl da cuk oturdu değil mi? Yöneticilerin işi budur, patronların çıkarlarını savunduklarından, örgütlenmediğimiz sürece işleri ve konumları gereği karşımızda olacaklar.
Tam olarak neyi bekliyoruz?
Aslında bir bakıma hepimiz sömürüldüğümüzü biliyoruz. İster adına “Kapitalizm bizi sömürüyor” diyelim, ister “Bugün 12 saat çalıştım, sadece bir an önce eve gidip uyumak istiyorum,”, ister “Kiramı ödeyemiyorum, borçlar aldı başını gidiyor.” diyelim. Bizi ezenler ve sömürenler türlü yalanlar, boş hayaller, çarpıtmalarla bilincimize de egemen olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ve sonuç olarak saatlerimizi, günlerimizi, aylarımızı harcayarak bekliyoruz. Tüm bu sömürüye gelecekte olmasını beklediğimiz bir şey uğruna katlanıyor, bir şey umuyoruz. Bu “şey” kişiden kişiye değişiyor. Mesaiyi bir an önce bitirip bir şeyler içmeyi veya eve gidip dinlenmeyi bekliyoruz. Birlikte çalıştığımız iş arkadaşlarımızla rekabet ederek yükselmeyi, para biriktirip emeğimizi daha yüksek fiyata satın alacak başka bir işveren bulmayı bekliyoruz. Çok ama çok uzun zamandır, yüzyıllardır bizden büyük olduğunu iddia eden, bizi yöneten, makineleştiren, sayılara indirgeyen toplumsal yapılardan bir şeyler bekliyoruz. Aynı tas aynı hamam! Hem bireysel, hem toplumsal anlamda yaşamımızda ne kadar söz sahibiyiz? Bu yaşamı bizim seçmediğimiz çok açık. Çalıştığımız iş yerleri bizim sayemizde dönüyor ama ürettiklerimizin onda birini ertesi gün yine işe gelip yine sömürülmek, patronlara kazandırmaya devam etmek için ücret olarak alıyoruz. Öyleyse tam olarak kimden, neyi bekliyoruz?
Düzenden ve egemenlerden, seçim sandıklarından ve iktidarlardan medet umarak beklemek bizi kurtarmayacaktır. Sınıf kardeşlerimizle rekabet etmek ve onların üstüne basmak pahasına yükselme hayalleri kurarak beklemek bizi kurtarmayacaktır. Bizi kurtaracak olan; dayanışmamız ve örgütlü mücadelemizdir.
Kafe ve bar çalışanları olarak kulağımız yatık, sırtımız kabarık, “Artık yeter!” diyoruz. Kâr hırsından gözü dönmüşler, emeğimizi çalan vampirler endişe edebilir. Çünkü çalıştığımız işyerlerinde ve bölgelerde yan yana gelmeye ve birlikler oluşturmaya başlıyor ve tüm kafe ve bar çalışanlarına aynı çağrıyı yapıyoruz.
Gücümüz Birliğimizden Gelir!
Kafe-Bar Çalışanları Birliği