Umutsuzluğun hâkim olduğu bir dönemde patlak veren Mart Protestoları, militan ve kitlesel mücadelelerin bir şeyleri değiştirme potansiyelinin geniş kesimler tarafından yeniden görülmesini sağladı. Yoksulluk, gelecek kaygısı ve iktidarın baskıcı politikalarına karşı; büyük bölümü işçi sınıfının bir parçası olan gençlerin öfke patlamasıyla ortaya çıkan bu protestolar ve farklı şehir ve sektörlerde arka arkaya yaşanan fiili grevler, militan ve kitlesel bir sınıf hareketinin olanaklarını gösteriyor. Bu atmosferde, İstanbul’daki 1 Mayıs gösterilerinin, hem kentin en önemli merkezlerinden biri olan hem de Türkiye sınıf hareketi açısından simgesel bir anlam taşıyan Taksim’de gerçekleşmesi yaygın bir beklenti haline geldi.
İktidarın yasakçı ve baskıcı tutumunu sürdüreceği bilinse de, işçi sınıfının geniş kesimleri ve özellikle Mart Protestoları’nın motor gücü olan, önemli bir kısmı hâlihazırda veya potansiyel olarak işçi olan gençler, Taksim’e yürüme kararlılığı ve iradesine sahip. Hem egemen sınıf ve onun siyasi temsilcisi olan iktidar, hem de haftalardır sokakları dolduran on binler, bu sembolik hedef doğrultusunda gelişecek kitlesel bir mobilizasyonun, iktidarı zayıflatma ve işçi hareketinde niteliksel bir sıçrama yaratma potansiyelinin farkında.
Bu koşullarda DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin 1 Mayıs mitingini Kadıköy’de yapacaklarını açıklamaları büyük hayal kırıklığı ve tepkiyle karşılandı. Ancak bu tutum elbette şaşırtıcı değil. İktidarın beklentileriyle örtüşen bu karar, ilgili sendika ve meslek örgütü yöneticilerinin sadece korkmuş olmalarıyla açıklanamaz. Geniş kitlelerin militan mücadeleye hazır olduğu bir dönemde, güç dengelerini işçi sınıfı lehine değiştirme potansiyeli taşıyan Taksim hedefinden vazgeçmeleri, bu yapıların egemen sınıfa hizmet ettiğini, bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.
Bu tutum, 1 Mayıs’ta Taksim’i kitlesel biçimde zorlama olasılığına önemli ölçüde zarar vermiştir. Kitleselliklerini büyük ölçüde yitirmiş olsalar da, bu yapıların tutumu, örgütlü ve örgütsüz geniş kesimler açısından hâlâ belirleyici olmaya devam etmektedir. Zira solun önemli bir bölümü bu yapılarla politik ve ekonomik çıkar ilişkileri içindedir. Bunun da ötesinde, geniş kitlelerin alternatif olarak görebileceği ve güvenerek hareket edebileceği bir odağın henüz oluşmamış olması, Taksim’e yönelik küçük grupların sembolik eylemleri dışında kitlesel bir yönelişin koşullarını zayıflatmaktadır. Bu durum ise, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin sınıf hareketini gerileten hegemonyasını kırmanın ve devrimci, militan bir sınıf odağı inşa etmenin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Bizim açımızdan Taksim, kendinde bir anlam taşımaz. Bu hedef, bugün sahip olduğu sembolik önem ve sınıf mücadelesinde yaratabileceği niteliksel sıçrama potansiyeli nedeniyle anlamlıdır. Ve bu hedef, dar grupların sembolik eylemleriyle değil, kitlesel ve militan bir mücadeleyle kazanılabilir. Sınıf mücadelesinde mevzi ve kazanım elde etmenin sadece irade göstermekle değil, kapitalist sınıfa karşı ne denli güçlü olduğumuzla ilgili olduğunu bilerek hareket etmeliyiz. Kapitalist sınıfın gücü, elinde tuttuğu sermaye ve baskı araçlarından kaynaklanırken; bizim gücümüz, ne kadar kitlesel ve militan bir örgütlülük yaratabildiğimizle ilgilidir.
2024 1 Mayıs’ında açığa çıkan irade, artan işyeri mücadeleleri ve Mart Protestoları, sendikalara rağmen Taksim’e kitlesel bir yönelişin potansiyelinin var olduğunun göstergeleri. Ancak sendikalara ve düzen içi muhalefete rağmen bugün, bunun olabilmesinin koşulu, yükselen gençlik hareketi ile işçi sınıfının mücadeleci bileşenleri içinden birleşik bir Taksim iradesi çıkmasıdır. Biz bulunduğumuz her alanda bunu savunmalı ve bu olasılığın takipçisi olmalıyız. Unutmamamız gereken şudur: 1 Mayıs da dahil olmak üzere her eylemimiz ve hamlemiz, gücümüzü artırmak ve kapitalist sınıfın gücünü zayıflatmak için yapılmalıdır. Bugünden başlayarak işyerlerimizde örgütlenmeli, güç biriktirmeli, devrimci, militan bir sınıf odağı yaratmak için çalışmalıyız. Ancak bu şekilde Taksim’i ve daha fazlasını kazanabiliriz.
Otonom İşçi Birlikleri
20.04.2025