Son günlerde sosyal medyada bir ifşa dalgası yaşanmakta. Aralarında #MeToo hareketinin Türkiye’de karşılık bulduğu günlerde ifşalanmış olanlarının da yer aldığı birçok oyuncu, yönetmen, fotoğrafçı, yazar, senarist ve çeşitli birçok sektör ve meslekten erkeğin sistematik cinsel suçlarının yeniden ifşası gösteriyor ki; kadın ve lubunyalara yönelik cinsel şiddetin hala önüne geçilmemiş olması, sessizlik kültürü ve kurtulanı suçlama gibi cinsiyetçi pratikler kadar, eril kodlar etrafında şekillenmiş kapitalist çalışma biçimlerinin yapısal sorunlarından kaynaklanıyor.
İfşalar gösteriyor ki birçok iş yerinde ve çalışma alanında sektöre yeni giren kadın ve lubunyaların yaşadığı cinsel saldırılar “bir yerlere gelebilmek, adını duyurmak ve sektörde kalabilmek” için katlanılması gereken ritüeller konumunda. Kadın asistanlardan iş tanımları dışında ve çoğu zaman cinsel niteliği olan performanslar beklenmesi ve iş birliği usulü çalışan oyuncu ve model gibi meslek gruplarındaki özellikle ünlü olmayan ve ayrıcalıksız kadın ve lubunyaların, erkek veya ayrıcalık sahibi iş arkadaşlarına göre çok daha güvencesiz şartlarda çalışması ise “normal”. Bu gerçekleri bir arada düşündüğümüzde ortaya şu sonuç çıkmaktadır:
İş yerlerimiz ve çalışma alanlarımız, hayatın geri kalanından bağımsız ve izole alanlar değil. Aksine tüm sektörler, patriyarka ve kapitalizmin evliliğinden doğan toplumsal pratiklerin yeniden üretildiği başlıca alanlar. İşçi sınıfının fertleri olarak, eril tahakküm ile mücadeleyi içermeyen bir sınıf mücadelesi hayal edemeyiz.
Bugün medya ve kültür sektöründen yükselen ifşalar bize gösteriyor ki, kadın ve lubunyaların maruz bırakıldığı şiddet yalnızca bu sektöre özgü değildir. Hangi iş yerinde ve hangi meslekten olursa olsun kadın ve lubunyaların, hem patronları ve yöneticileri hem de iş arkadaşları tarafından maruz bırakıldıkları taciz, şiddet ve mobbing ise münferit olaylar değildir; aksine, patriyarkal sömürü ve baskıyı sürdürmek için kullanılan sistematik mekanizmalardır. Çoğu iş yerinde bu gerçekler dile getirilemeden bastırılır. Kadınlar ve lubunyalar için bu gerçekleri gündemleştirmek bile hem ekonomik hem de toplumsal bir risktir. Bu nedenle cinsel şiddetle mücadele, işçi sınıfının bütün iş yerlerinde ve çalışma alanlarında yürütmesi gereken bir mücadeledir.
Kadın ve lubunyaların maruz bırakıldığı şiddeti konuşmamak, görmezden gelmek ya da yok saymanın da birer şiddet biçimi olduğunu biliyoruz. Sessizlik ve fail aklayıcılığın, patriyarka ve sermaye ilişkisinden doğan bu baskı ağının suç ortağı olmak anlamına geldiğinin farkındayız.
Buradan hareketle, Otonom İşçi Birlikleri olarak ifşa yönteminin kadın ve LGBTI+ mücadelelerindeki yerini ve gerekliliğini anlıyor, kurtulan tüm kadın ve lubunyaların deneyimlerini ve mücadelelerini kucaklıyoruz.
Bununla birlikte meselenin kesişimselliğini kabul ediyor, kadın ve lubunya işçilerin iş yerlerinde maruz kaldığı şiddet ve ayrımcılığın, işçi sınıfının genel sömürü koşullarından farklı ve özgül biçimlere sahip olduğunu; bu nedenle gerçek anlamda bütünleşik sınıf mücadelesinin, ancak kadınların ve lubunyaların deneyimlerini tanıyan ve bu sömürü biçimlerine karşı ayrı bir mücadeleyi de içeren bir hatta mümkün olduğunun altını çiziyoruz.
Kadınların ve lubunyaların emeğini sömüren, bedenini tahakküm altına alan, sesini bastıran bu düzen sadece bireylerin değil, bir bütün olarak işçi sınıfının meselesidir. Patriyarkal şiddet ile kapitalist sömürü ise tek bir zincirin, her birimizin özgürlüğüne vurulmuş olan o zincirin halkalarıdır.
Bizlere düşen ise evde, sokakta ve iş yerinde, hayatın her alanında cinsel şiddete dur demektir.
Gücümüz Birliğimizden Gelir!
Otonom İşçi Birlikleri – 30 Ağustos 2025